‘BEN’ ve sen
Ağustos ayına hoş geldiniz. Yılın en sıcak, tatilin en bol ayından merhaba. Yaz mevsiminde belki hayatınızdaki problemlerinizi erteliyor olabilirsiniz ama kendinizden kaçmanız mümkün mü? Well-being ve stres konulu aylardan sonra bu ayın konusu hepimizin zaman zaman zorlandığı ortak bir alan; İLİŞKİLER… İlk yazım kendimizle olan ilişkimiz üzerine…
Başkalarına gösterdiğimiz şefkati pek çok zaman ona göstermediğimiz, pek kolay yargıladığımız, suçladığımız kendimize…
Danışanlarımla çalışırken her ne konuyla gelirse gelsin psikoterapimizin odağında bu yatar; Kendinle kurduğun ilişkin nasıl? Kendini ne kadar seviyorsun? Olduğun gibi ne kadar kabul edebiliyorsun? Başkalarının sesleri mi yoksa kendi iç sesin mi yönetiyor hayatını?
Pek çok zaman psikoterapi koltuğuna oturan kişilerin kendileriyle olan bağları zayıftır, ya hiçbir zaman kurulamamıştır o bağ ya da bir gün bir yerde bırakılmıştır. Belki problemli bir kardeş bütün ilgiyi almış, o tercih edilmediğini, yeterince önemli olmadığını hissetmiştir. Bu yüzden küçücükken problemlerini yok saymayı, problem çıkarmamayı öğrenmiştir. Ya da belki de çok sevdiği ilk aşkını bir motosiklet kazasında kaybetmiş, onunla kurduğu hayaller kaybolup giderken kendinden bir parça da kopup gitmiştir… Kapatır kalbini ondan sonra, çok ağırdır o acıyı taşımak, bir daha aynı acıyı yaşamamak adına ‘hissetmemek, bağ kurmamak’ en güvenli yoldur…
Ama psikoterapi ile şunu öğrenir ki insan eğer gözlerin yeniden parlasın istiyorsan tıpkı bir bebek gibi yeniden bağ kurmayı öğreneceksin kendinle ve hayatla. O bağ yeniden kurulmaya başladığında ancak kaygıların azalmaya, yaşam enerjin artmaya başlayacak.
İçinde büyüdüğün ortamın ya da ailenin yetersizliği, ailenin cehaleti, ihmalkarlığı seni bugün yalnız, yetersiz ya da değersiz hissettiriyor olabilir. Her ne yaşadıysan her ne olduysa eğer bu sefer destekleyici, şefkatli bir ilişki içinde (belki bir psikoterapist, belki bir eş, belki de bir dost) bakar, yüzleşir, karşılanmamış ihtiyaçlarını fark eder, bunun yasını tutar ve sonra harekete geçersen hikayen değişmeye başlar.
Çünkü ‘Ben’in sesini duymak iyi gelir insana… ‘Benim ihtiyacım…’ ‘Ben…istiyorum.’ ‘Ben…seviyorum.’ ‘Ben…sevmiyorum.’ ‘Benim hayalim…’ çoğu zaman kendiyle bağı zayıf danışanlarımın cevaplarını hiç duymadığı sorulardır. Onlar mağdur, kurtarıcı ya da suçlayıcı rollerinden birini oynamış, direksiyonda ‘Ben’ değil ‘Başkaları’ oturmuştur.
Geçen gün bir seansta çok duygulandım. Yoğun değersizlik ve başarısızlık duygusu yaşadığı evliliğini bitirme aşamasındaki danışanımla meditatif bir çalışma yaptık. Derin gevşeme egzersizi sonrası kapı çaldığını ve odaya bir çocuğun geldiğini hayal etti. Kapıyı çalan 7-8 yaşlarındaki çocukluğuydu. Mutsuz değildi, meraklı, haylaz bir çocuktu. Sadece bu odaya geldiği için şaşkındı. Onunla konuşmaya başladı. Ona şunları söyledi:
‘Kendini bu kadar zorlamayı bırak. Bazen başarısız olabilirsin. Her şeyi yapmak zorunda değilsin. Ayrıca geçen gün bir kitapta ne öğrendim biliyor musun herkes korkar, korkusuz insan yoktur, korkularından kaçmak yerine yüzleşen insan vardır. Sen de korkabilirsin yeter ki üstüne git üstesinden gelebilirsin. Bir de sürekli vermeyi, ebeveynlik yapmayı bırak, bunun ne sana ne onlara faydası var…’
Onunla konuşurken çenesini kasıyor, ağlamamak için kendini tutuyordu. Çalışma sonrası neyin duygulandırdığını sorduğumda ‘O çocuğun masumluğu, naifliği’ dedi… Ona ihtiyacı olan izinleri vermişti…O küçük çocuk ile göz teması henüz kuramasa da…
Kendimizle ilişkimiz, hayatla kurduğumuz ilişkimizin özüdür… Kendimizi kabul etmeyi öğrenemezsek hayat da bizi kabul etmez… Tekrar tekrar aynı döngüyü yaşatır durur bize…
Kendinle ilişkini yeniden kurgula ki hayat da yeniden kurgulansın…Farklı bir yoldan git ki hayat da sana yeni fırsatlar sunsun…
Uzm. Psk. Manolya Özek Tatış